27 Aralık 2010 Pazartesi

Just wish..

2011 için ne diliyorsunuz?

Geçen hafta bankadan para çekerken gayet şımarık bi şekilde "25 var zaten onu çekeceğim" dediğimde görevlinin bana bakıp "Tamam hanımefendi, 25.000 liranızı hazırlıyorum" dediği anki bir saniye süren mutluluğum ve "hehe Allah söyletti, inşallah o da olur bir gün" deyişim.. Sonra taksiye binmem ve şöförün beni çalıştığım şirketin sahibi sanması.. Bütün bunlar üzerine "Acaba 2011 için ne dileyeceğimi buldum mu yoksa?" dedim ama, bir kaç ay içinde magically kendi şirketimi kurmayacağım, ya da banka hesabımda bir anda 25.000 liranın ortaya çıkmayacağı aşikar. The second being more likely ama olsun.

Bi kere insanlar yeni yıldan neden bir şeyler diler? Titre ve kendine gel ulen! Sen aynı sensin. Hayatın aynı hayat. Aynı boktan arabayı kullanıyosun ve her gün aynı nefret ettiğin işe gidiyorsun. Ya da tam tersi, aynı eğlence denizinde yüzüyorsun ve hala herkes sana hasta. Da yeni gelen yılın bununla ne ilgisi var? Hayatında olup olacak herhangi bir değişiklik yer bulacaksa, o da ancak senin kıçını kaldırıp harekete geçmenle olur be Atam! Ben şahsen, 2011'de kendimle ilgili şöyle dilekler içerisindeyim, mesela daha çok polyanna olup kafaya hiç bir şey takmamayı başarabilmek, kurumaya yüz tutmuş Fransızca ve tarzancadan hallice olan Almancamı geliştirebilmek için içimde bir anda bir isteğin doğması.. Sonra hastası olduğum skydiving'i ve denemeye değer bulduğum rafting'i yapmak için içimden bir anda bir enerjinin fışkırması.. Kendime ve başkalarına eleştirel ve sarkastik bakmayı belki yüzde 60'a düşürmek, böylece belki de başkalarında sevecek bir şeyler bulma ihtimalimin ortaya çıkması.. Kesinlikle daha çok gezmek, daha çok gülmek, daha çok dans etmek ve en önemlisi daha çok insanla tanışmak değil ama, tanıştığım insanlarda daha derin levellarda bağ kurmak. Bunun için insanlardan halihazırda kusmamış olmak. Resim çizmeye devam etmek, ruhumu doyururken bedenimi bir kenarda bırakmamak, birbirlerinden beslendiklerini unutmamak.. ve aklıma gelen şeyleri başkalarıyla paylaşma isteğini asla kaybetmemek. Şimdilik bu kadar örtmenim, mutlu yıllar!!

Glühwein..yumm.

Alman ekolüyle ucundan kıyısından bir şekilde alakanız olduysa, kışın karlarla kaplı sokaklarda bağrı açık kırmızı suratlarla koşturan adamların sırrını biliyor olmanız gerekir. Efenim bunun sebebi, abilerin sabah kahvaltısında nutellayı fazla kaçırmış olmaları değil, bizzat Glühwein denen içkidir.

Solda da göreceğiniz üzere kırmızı şarabı portakal, elma, kış meyveleri, kabuk tarçın, çilek/kavun/elma şurubu, bal, vodka, şekerli su vs. ile karıştırıp bir güzel kaynattıktan sonra süper aromalı bu içkiyi elde edebilirsiniz. Ben de Almanya'dan döndükten sonra bir daha bu güzide lezzete kavuşamayacağımı sanırken, Cuma günü Asmalı Mesçit civarındaki Leb-i Derya'da şimdiye kadar içtiğim en mükemmel Glühwein'i tattım! Hem de bedava! Olay şu ki, Leb-i Derya'nın super genious gündüzleri garson geceleri vestiyer olan çalışanı, insanlar vestiyerde paltolarını beklerken sıkılmasınlar diye kenarda Glühwein pişirip shot bardaklarında servis etmeye başlamış. Ama bu Glühwein öyle böyle değil! Almanlar bile adama gidip "Bunun içine ne katıyorsun?" diye soruyorlarmış. Çünkü tadı cidden çok iyi. Ben şahsen denedikten sonra, Leb-i Derya Glühwein'ı menüsüne eklesin önerisinde bulundum. Gayet de sadece Glühwein içmek için gidilebilir çünkü. Benim bu kadar tezahürat yaptığımı görünce, abi sağolsun bana bu özel Glühwein'ın tarifini verdi. Hehe, ben de evde bir gün sırf şımarıklığına deneyeceğim! A pinch of Germany esansı katalım bakalım hayatımıza.. Not that we need any bit of Germany in our lives, ama olsun.

Pirinç Patlaklı Kokolin Kaplamalı Gofret



Fikrimi çalmışlar!!!

Başladığından beri Fringe'e "Pirinç" diye hitap eden ben, çok orjinal bir kişilik olduğumu düşünürken, elin ticari zeka sahibi abileri çikolata bile yapmışler ulen!


Niye ama niyeeaaaa?

17 Aralık 2010 Cuma

Death by the thesis

Evet master tezimi bir haftada yazarım iddiasındaydım değil mi? Try 48 hrs then. Kendime olan güvenimle gözlerim nasıl kör olduysa artık, işten bir gün izin alıp, bir gün de hazırlık yapıp süfer tez yazabilirim havasındaydım. Hayır işin sonunda o tez yazıldı mı? Evet. Ama nasıl yazıldı, işte orası baya civcivli.

Şimdi ilk olarak uyku problemini ortadan kaldırmak gerekiyor. 48 saat uykusuz kalınacaksa (kimyasallardan hiç hoşlanmadığım için) dayadım çayı, colayı, c vitaminli ne meyve varsa artık, sürekli yiyorum ve yazıyorum. Şimdi böyle bir konumda bir süre ilerledikten sonra tezle ilgili ilk tespitim şu oldu: Efenim insan 6 aylık tezi 48 saatte yazmaya çalışınca çok afedersiniz çişi bi acayip kokmaya başlıyormuş.

Kendinden iğrenme safhasını atlattıktan sonra all time stamina sağlamak için bir de yardımcı gerektiğini anladım. Eve o uyku sessizliği çökünce iş falan yapılmıyor. Canımın içi babam da haliyle uyumadı. Gece 4'te çay yapıp omlet yedik falan. Şimdi aldatan erkek boşanmak isteyince işsiz güçsüz ev kadınlarının neden mal varlığının yüzde ellisini "o paramızı kazanırken ben ona hep destek oldum" diye istediğini anladım. Ben makalelerle kafayı sıyırırken babamın sürekli çay, meyve ve hatta zaman zaman da geyik muhabbeti takviyeleri olmasaydı, hayatta başaramazdım. Demek ki neymiş, Almanya'dan diplomayı kapıp adam gibi bir işe girilince babaya kıyak geçilecekmiş.

Sonracıma, malum işin etik olmadığı aşikar. Canavar gibi doktora falan yapan tonla arkadaşım, benim şu kalpazanlığımdan utanıyorlardır herhalde. Ama bana MBA gibi bir bölüm için yapılan tez saçma geliyor be kardeşim! Biz akademisyen olmayacağız ki sonuçta. Hepimiz iş dünyasına adım atmak için eğitildik, en nihayetinde bir yerlerde yönetici olduk/olacağız. Neyin tezini veriyorsun hala? Ben iki sene Almanya'larda Singapur'larda makroekonominin, kurumsal finansın ebesini şeyetmişim diploma alıp almayacağıma kıytırık tez mi karar verecek yani? Bütün bu sebeplerden gayet isteksiz bir biçimde wishy washy bir iş çıkardım ortaya. Hayat garip bişey. Nabalım.

Uykusuzluk ve aşırı odaklanma yüzünden natural high vaziyette işe gittim. Tabi aslında tezi tekrar gözden geçirmek dışında bir şey yapmadım bütün gün. Okul tezin 2 tane printed kopyasını bir adet de dijital kopyasını okulun websitesine yüklememi istiyordu. Kargo parası bi yerime kaçabilir diye Almanya'daki bir arkadaşımdan rica ettim, o çıktısını alıp okula bırakacak ben de gece 12 pm. e kadar siteye upload edecektim. Ama son dakikaya kadar referanslarla uğraştığım için arkadaşıma vermekten vazgeçtim, Allahtan şirket indirimi varmış kargoda 20 euro gibi bir paraya ertesi gün Almanya'da olmak üzere gönderme planı yapabildim. Ama son dakika okul aldığım tez çıktısını spirallememi istedi. Ofiste spiral makinası var ama kafamı bir kaldırdım kimse yok! Ben de makinayı kullanmayı bilmiyorum.. Çıktıyı alıp kargoculara yaptırırım diyordum ki, printer bozuldu.. Bin saatte printerı düzeltip çıktılarla spiral makinasını da alıp kargocuya koştum. Yetiştiğimde abiler "ehe ehe kargo aracı şimdi havaalanına gitti, yetişemezsiniz Sabiha Gökçen'e gittiler" dediği an "acaba takip etsek köprüde falan yakalar mıyız?" ilüzyonu yaşadım bir anlık ama sonra kaderime razı oldum. Bari spirallemeyi başarabilirler diye umarken abiler bir gol de oradan attılar. Kimse beceremedi bir turlu.. Sonra süper eğlenceli bir şey oldu, bu kargo ofisinin hemen yanı matbaa fabrikasıymış. Gecenin bir vakti 5 tane adam ve ben kapalı fabrikaya girdik (evet bir delilik anı herhalde cesaretime bakın sayın seyirciler) ve adamlar benim 2 tezi de kitap gibi bastılar! Hatta tebrik ettiler "oo kitabınız basıldı, hayırlı olsun" diye. Ben de sevindirik oldum 2 tane de olsa kitap kitaptır.. (yersen). Sonra iç rahatlığıyla eve döndüm son versiyonu okulun websitesine upload etmeye. Haha! Son versiyon ofiste kalmış! Evle ofis arası şaka gibi bir mesafe! Ama zivziv yapmanın vakti değildir yürü ofise dedim ve saat 10:30 pm'de ofisin yolunu tuttum. Tabi ki mükemmel geçen günüm, burada da etkisini gösterecekti, ve dosya ısrarla upload olmadı. O an havaya bakıp "beni vazgeçiremeyeceksin!" diye bağırdım mı? Evet. Baktım olmuyor, küçük emrah kıvamlı bir mail yazdım okuldaki profesöre ve öğrenci işlerindeki abiye, dedim upload olmuyor, nolur e-mail'le yolladığımı official sayın. Olumlu cevap geldi ve oh çekip eve döndüm.

Günün son gölü eve girerken geldi: Çizmelerimi çıkarırken fark ettim ki, ben sabahtan beri iki ayağımda 2 farklı model çizmeyle koşturuyormuşum! Spastik bi şekilde sırıtıp finally uyumaya gittim. Kıssadan hisse sevgili pıtırcıklar, 48 saatte tez yazarsanız ibiş olursunuz, rezil olursunuz, evren tüm gücüyle size saldırmaya çalışır, şanslıysanız az zararla atlatırsınız. Siz en iyisi adam olun ve tezinizi normal sürelerde yazmaya çalışın. Hatta bence hiç tez tazmayın. Tezsiz olacaksa para verin o modelde okuyun ama tez yazmayın. İşte tezli master alanın da Allah böyle belasını veriyor.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Dextaa

Lost, Flashforward veya BSG zamanlarindaki gibi, bir bolum bitirdikten sonra deli gibi bilgisayarin basina kosup yazasim gelmiyor cok uzun zamandir. Evet Fringe son zamanlarda her bolumle daha da kendini asiyor ama en sonunda "oeh" dedirten bolum yine Dexter'dan geldi. Son zamanlarda bir cok arkadasimla konu oldu bu insanin icindeki "iblisler". Hepimiz kendi seytanlarimizi tasiyoruz, ve insanlarla olan iliskilerimiz, aslinda bu seytanlarla yuzlesip onlari ne kadar kaldirabildigimizle alakali olarak belirleniyor gibi. Bazen korkup kaciyoruz, hayatimizin yuzeysel katmanlarinda tutuyoruz o insanlari. Bazense, cok nadir de olsa karsilastigimiz o seytan bizi korkutmuyor. Hatta seytanimizla yuzlesebilen, onu tolere edebilen birileri oldugu fikri bizi ozgurlestiriyor. Bulent Somay, psikanaliz derslerinden birinde "kendini gecmek, icindeki bilinmeyeni/arzuyu/seytani yenmek degil, ona sahip oldugun gercegini kabullenebilmektir" demisti. Super hakli bir tespitti tabi de, sanirim bizim bunu anlayabilmemiz icin aradan bir kac yil gecmesi gerekti. Iste Dex abimizin de bu bolumu * spoiler degil sakin olun * "dark passenger" olarak tanımlanan karanlik tarafla ilgili, birinin icindeki karanligi sevmekle ilgili super bir kac cumleye sahne oluyor.

D: Don't be sorry your darkness is gone. I'll carry it for you. Always. I'll keep it with mine.

Bu efenim, cok ama cok uzun zamandir duydugum en gercek, en ask ve inanc dolu cumleydi. Her zamanki gibi saygiyla egiliyoruz onunde Dex.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Hypothesis








Ben bi haftada tez yazabilecegimi iddia ediyorum.

Bakalım sonumuz ne olcek.

22 Ekim 2010 Cuma

EBS Mascot


Haha okulumun maskotunu yeni gördüm, atla eşek arası bişey olduğunu tahmin ediyorum :) tam da EBS'e yakışır, at gibi teptiler, eşekler gibi çalıştırdılar hepimizi..

I don't love and accept myself... yet.

Bu Yoga, meditasyon, terapi vs. işlerinde kendi kendine telkinde bulunmak en muhim şeylerden biri.. Almanya'daki mikrobiyotik abi bana EFT yapmayı öğretirken sürekli "I love and accept myself.." bla bla bla birşeyşer tekrarlatıyordu.. Tamam. "Bir şeyi 40 defa söylersen olur" lafı durduk yere çıkmadı. "Söz tohumdur" lafı da öyle. İsimlerimizin bile yarattığı titreşimlerin hayatımızı hatta kaderimizi etkilediği yönünde çalışmalar mevcut. Ama eğer ben hala bu olaylara yabancıysam, sorgulayıcı yaklaşıyorsam, tam anlamıyla 'inisiye' olmadıysam, bana bu lafların fake gelmesi normal değil mi? Kardeşim kendimden mutsuzum belli ki yogaydı meditasyondu alternatif bir çözüm arıyorum rahatlamak için. Şimdi durup dururken, hele de kendimi çok stresli/agresif/duygusal/dengesiz (you name it) vs. görüyorken ve değiştirmek istiyorken, bu yolları da bu nedenle tercih etmişken herhangi bir egzersize "I love an accept myself" diye başlamam mümkün mü? Bence koçların ve terapistlerin bu telkin meselesini bir daha düşünmeleri lazım.

Diğer bir yandan, dün akşam transformational breath metodunu denemek için Judith Kravitz'in seminerine gittim. Sağolsun Stüdyo Prana ücretsiz bir seminer hazırlamış, sonunda her birimize birer cd bile hediye ettiler. Judith acayip şeker bir kadın, bu tekniği kullanarak gırtlak kanserini atlatmış. Sonra da bunu dünyaya yaymaya karar vermiş. İnsanlar normal koşullarda doğru nefesle alabilecekleri oksijenin yüzde yirmisiyle yaşamlarını sürdürüyorlar ve vücudumuzda ciddi anlamda oksijene alışık olmayan bir çok bölge var. Son zamanlarda kanser terapisinde de duymuşsunuzdur ozon, oksijen tedavileri gibi şeyler de aslında vücuda daha çok oksijen sokmaktan başka bir şeyi amaçlamıyor. İşte transformational breath tekniği, hastayken değil ama hastalanmadan önce, doğru nefes almayı öğrenerek sağlıklı kalmamızı, vücudumuzdaki yaşam enerjisinin hiç bir blokajla karşılaşmadan doğru akmasını ve hiç olmadığımız kadar canlı, enerjik ve mutlu hissetmemizi sağlıyor. Bu tekniği tamamen uygularsanız, geçmişte yaşadığınız bazı travma anlarında bastırdığınız olumsuz duygularla yüzleşmek durumunda kalıyorsunuz, ancak doğru nefes tekniğiyle bu olumsuz duyguları olumluya transforme edebiliyorsunuz. "Transformational" lafı da buradan geliyor zaten. Olumsuzu olumluya çevirdiğinizde bloke olan yaşam enerjiniz de rahatça akıyor içinizde, ve mutsuz, sıkkın, sürekli demotive olan sizin yerinize taptaze, hafif, yaşama isteğiyle dolu biri geliyor. Ben son zamanlarda kendimi baya solid mutsuz bir insan olarak tanımlardım, ki beni bile bu sabah işe gülümseyerek getirmeyi başardı. Hatta bugün yaptığım bir iş görüşmesinde karşımdaki aday "sizin gibi iyi ve sıcak insanlarla tanışmak çok büyük şans" vırvır konuştu ki normalde baya domuzun tekiyimdir istediğimde :) Sonuç olarak NLP, EFT, Yoga, Meditasyon, Labirent vs. bin tane yöntem çıkıyor her geçen gün.. Yeni şeylere kapalı olmamakta fayda var, ve hiç belli olmaz, cidden işe yaradığında çok şaşırabilirsiniz.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Transformational Breathing

Sevgili pıtırcıklarım, son zamanlarda gözüme her yerde takılan bir olay bu transformational breathing. Almanya'da bir ara evinde kaldığım mikrobiyotik abiyi hatırlayanlar bilir, kendisi böyle spiritüel ne varsa dibine kadar giden biridir. Nitekim bu ablanın da İsviçre'de verdiği bir seminere katılmış, "bir seminere katıldım dünyam değişti" kafasında geziyor bu aralar.
Websitesine bakınca ( www.transformationalbreathing.com ) bu hafta Türkiye'de seminer vereceğini öğrendim, Nişantaşı'nda Stüdyo Prana ( www.studyoprana.com ) evsahipliğinde gerçekleşecekmiş. Eğitim de verecekmiş ama azcuk tuzlu olduğu için şimdilik seminerine gidip ablayla tanış olmakla yetineceğim.. İlgi alaka şeyedenler için buyrun aşağıda bir videosunu koyuyorum...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Dubai Notes

May diır lavli bloggırs, 2 haftadır Dubai'de manyak Arapların peşinden koşturuyorum. Hatta Arap ırkçısı olup çıktım diyebiliriz. Internet yokluğundan (yersen) bizim ülke sınırlarına girdiğim dakika yazmayı planlıyorum olan biten kısmını.
Ama çoğacayipmiş be Atam. Macera dolu Amerika gibi bişey.
Love,
FF

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Ma Texan

Yazmadan duramayacağım bunu sanırım! Geçen sene tam bugün, Kuala Lumpur'da Ben'le tanıştım. Kendisi süper cici bir Amerikalıdır. Hatta bir Texan'dır. Ki benim görüşüme göre gerizekalı Bush dışındaki bütün Teksas'lılar candır. Yenilesidir, süper komik ve içtendir, biotronik New York'lular gibi ortada bırakmazlar sizi, kötü gün dostudurlar. Yalnız, içemezler adam gibi. Almanya'da misafirimiz olarak gelen University of Texas El Paso abileri, bizim her gün öğlen piknikte içtiğimiz şaraplardan iki şişe içince maymuna dönmüşlerdi. Bunlara varsa yoksa bira kardeşim. Patates jenerasyonu bunlar! (öhm.. tam da şu an "bi boktan anlamayan Amerikalı'lar" vaazına başlamaya müsait bir Eurotrash kıvamındayım, o nedenle kısa kesip konuya dönüyorum.) Bu sabah işe gelirken durduk yere Ben aklıma geldi, sonra Kuala Lumpur, neden benim Sin City'm olduğu, sonra tekrar Ben.. Sonra "aaa geçen sene bu aralar tanışmıştık" dedim kendi kendime. "Oha, yoksa bugün olabilir mi o gün?" Tam bir sene sonra o gün beynim bana Ben'i hatırlatabilir miydi? Sonra unuttum, ayrıca bugün yine başka bir southern gentleman'la tanıştım, bu Carolina'dan ama olsun, bu da süper şeker bir abi. Sonra tam bloga yazı yazarken şeytan dürttü, geçen sene Kuala Lumpur'a geldiğimde yazdığım post'un tarihine baktım.. ve Bingo! 14 Ağustos 2009. Şaka gibi. Kendisiyle tanışmamızın üzerinden tam bir yıl geçmiş, ve tam o gün bilinçaltım bana ismini & anılarımızı kustu. Way to go bilinçaltım diyorum, bu performansını ileride milyarder falan olmam için kullanmanı umuyorum.

Cansel diye erkek ismi mi olur len?


Cranberries konseri benim açımdan daha ne kadar mükemmelleştirilebilir diye sorsalar, "konseri Cansel Elçin'le beraber izlesem" diye cevap verirdim. Kendisi en bi guilty pleasure'ım, en deep secret crush'ımdır, feriştahı gelse tanımam.

Nitekim konser akşamı Küçük Çiftlik Parkı'nda yerlerimizi aldığımızda bir metre solumda ahanda şu resimdeki t-shirt'ü üzerinde olan bir adet Cansel Elçin'i gördüğümde, kalbim çatladı, patladı, hatta bir de içimden ateş falan fışkırdı herhalde. Klasik bir starstruck olmama rağmen gayet cool konseri izledim. Yanındaki cüce arkadaşı da kuzenimi kesmediyse ne olayım ayrıca. Konserden çıkarken hafif bir izdiham yaşanmış olsa da, o izdihamı aramızda bir kişilik mesafeyle bu gubidik kişiyle yaşadığım için çok mutluyum. Bu abi yanımda olacaksa Mekke'deki o Hacı'ların sıkıştığı ölüm tüneline bile girerim, o derece.

Bir de bonus olarak Freudcan'la buluştuk, bir pilog kişisini daha kanlı canlı görmek ayrı bir mutluluk kaynağıydı. Kendisi yazlık ellerden gelsin, beni bu depreşik hallerden kurtarsın diyor, kalbimden temiz bu sayfayı (background siyah ulen) burada noktalıyorum.

Emotional Baggage

Sevdiğim bir hikaye. Eskiden çok sevdiği, artık nefret ettiği ama hayatından bir türlü çıkaramadığı biri olan arkadaşlarımdan birini hatırlattı bana.

İki seyyah bir şehirden diğerine gidiyormuş. Derken yollarının üstüne taşkın bir dere çıkmış. Tam suyu geçecekler, az ötede korkudan tir tir titreyen yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Adamlardan biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına almış, suyu öylece aşmış. Sonra kadını derenin öte yakasında bırakıp iyi günler dilemiş. Böylece yollarına devam etmişler.
Ancak yolun kalan kısmında öteki seyyahın ağzını bıçak açmamış. Suratından düşen bin parça. Somurttukça somurtuyor. Birkaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş: "Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkarabilirdi! Erkekle kadın böyle temas etsin, olacak iş mi? Ayıp yahu! Olmaz, bize yakışmaz!"
Kadını sırtında taşıyan seyyah sabırla gülümsemiş. "İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım; sen ne demeye hala taşıyorsun?"

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Samosa buldum, yuppie!

O kadar da depreşik değilim yau, mesela bugün durduk yere Singapur diyarlarından özlemekte olduğum Hint yemeği 'samosa' yapan bir yer buldum İstanbul'da.

Süper sevindirik oldum..

Bir de sanırım dün food poisoning'in en nadir örneklerinden birini geçirmeme ramak kalmıştı. Steak house burger'la başlayıp, çiğköfte dürüm-şalgam ikilisinden sonra Strawberry Mojito içip üstüne gece 02:30'da waffle yidik. Evet, allahtan çoğul olarak yaptık bu eylemi de kimse deli bu hatun diye beni akıl hastanesine kapatmadı.

Neyse, bunun bir seferlik bir delilik olduğuna inanıyorum, yarın itibariyle normal insan yemeği moduna dönüp, kendime geliyorum.

10 Ağustos 2010 Salı

Wasted Disney Kids



Disney gerizekalı bir jenerasyon yarattı. Spielberg falan da katkıda bulundu buna. Mucizelere inanan, hayatı masal tadında yaşayan bir grup büyümeyen çocuk.

20'li yaşlarında Harry Potter falan okudu bunlar. LOTR'u bayılarak izlediler. Zaman zaman hala haftasonu erkenden uyanıp çizgi film izliyorlar.

Bir de "happy ending"e inanıyorlar.

Not that there is such a thing called a happy ending, anyway.

Bad Bad Advice

Bu sabah şu yorumu yaparken bir arkadaşıma, yazdıklarımı okudum ve kendi pesimistliğime şaşırıp yollamaktan vazgeçtim. Ama bunların benim düşüncelerim olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği için en azından buraya yazmak istiyorum. Kimse feyz almasın, peşimden gelmesin, depreşik olmasın efenim.. Bu sadece benim beyin cimnastiğim.

"it's so weird that this morning i was contemplating on how to find the courage to overcome inaction. i totally agree with you on why we avoid change in the first place. we fear that in the end we'll eventually realize the problem wasn't the absence of change, or the extra weights, self-loathing or anything else.. it's life and it's random. we might have to face the fact that we're no special than anyone else. in the end, life isn't a movie and we're certainly not the directors of it. the only way we can control our lives is through destruction. even if u make the best choices and be the best possible person u can be, things still can suck. but when u decide to destroy something going good, then u have the control of your life for a "glimpse" of time."

Frankfurter S.

Eheh, bir sonraki adımım toplu katliyam olacak sanırım.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Koh Phi Phi Le





Ahanda buraya gitmeyi planlıyorum kurban bayramında, ama fiyatlar çok uçmuş be Atam, şu depresif dönemimde bana yapılacak şey miydi beaa?










Bütün low budget airline'ları denedim, hatta Londra'dan direk Kuala Lumpur'a 400 liraya uçan Air Asia'ya bile baktım amma velakin bütün evren birleşip frankfurter sosisçiğimi çıldırma noktasına nasıl getiririz diye uğraştığı için, tabi 2 gün önceye kadar maksimum 600 euro olan fiyatlar ikiye katlanmış.









Neyse üzüntü ve muz kabuğu modunun bokunu çıkarmayalım diyor ve önümüzdeki maçlara bakıyoruz.

Benim kadar bıkanlar da varmış bu manik depresif durumdan olley!!

Sözlükte biri hissiyatımı süfer anlatmış. Şimdi yazsam bi türlü (bana ait değil sonuçta) yazmasam imkansız (bu kadar derdime derman olabilecek bir anlatımı görmezden gelemem) ben de koy götüne diyor ve yayınlıyorum sayın seyirciler..

"Sevmekten yorulmak" başlığı altında perfection'un entry'si.. Ellerine sağlık..

Bosa kurek cektigini anladigin anda hissettigindir.. Bosvermektir, istemeye istemeye bosvermektir.. Ama hep, keske bisey olsa, bisey yapsa da vazgecmemi engellese diye beklemektir..

Anlasilamadiginda, kendini anlatmaktan yoruldugunda hissettigindir.. Her tartismanin sonucunda, hic bir yere varilamadigini farketmektir..

İnandigin seyleri savunmaktan vazgecmektir.. Savunmak icin yeterli gucu kendinde bulamamaktir..

Bir sure sonra, cozulmesi gereken onca sorun, kizdigin onca nokta varken bile yine de sonunu onceden gorebildigin ve hic bir ise yaramayacak olan tartismalara girmemek icin ugrasmaya calismaktir.. Sorunlari gormezden gelmek icin kendin olmaktan vazgecmektir..

Sevmekten yorulmak sonun baslangicidir..

İnanmak istemedigin ve kalbini cok yaralayan bir sonun baslangici...

someday. that's a dangerous word. it's really just a code for 'never'.






İnsan, içindeki boşluğa rağmen nasıl hiç bir şey yokmuş gibi hayatını süper efektif devam ettirebiliyor, ilişkilerini, işini gücünü sorunsuz sürdürebiliyor yeni anlıyorum.


Miss u Singa!!





Singapore Sling.

Rakı bizim için neyse bu abiler için de S'pore Sling o.

(Bu arada süper tadı..)











Dolunayda Singapore harbour..
Hiç fena değil!!









.. ve yeni yapılan Marina Bay Sands otelinden Singapore Skyline..

Müthiş özledim!!

6 Ağustos 2010 Cuma

Catharsis

Neden periyodik aralıklarla hayatımda olmayacak şeyleri başarıp, ardından uzun bir macera yaşayıp sonra yumurta taaa kapıya gelene kadar katatonik bir uykuya dalıp tam da son dakikada, artık bütün deadline'ların geçtiği, herkesin bezdiği son noktada olayları toparladığımı anlıyorum galiba.

Kısaca insan neden self-destructive olur? Mükemmel giden hayatlarımızın neden zaman zaman içine sıçarız? Cevap "catharsis" efenim. O uzuuuun duygusallık, üzüntü, suçluluk, nefret ve başarısızlık hissinin birikimi sonucu bütün zehirimizi tek seferde püskürttüğümüz rahatlama anı için. Ardında öyle bir pembik beyin bırakıyor, öyle bulutların üstünde bir kafa yapıyor ki, her seferinde ister istemez o döngüye sürükleniveriyor insan.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Antibody





Bugün Singapur'lu arkadaşımla konuşurken bir ayma anı yaşadım.. Benim bünyem aşkla alakalı en ufak bir duygu kıpırtısına karşı anında antikor üretebiliyor sanırım.

Eheh, hayırlara vesile olur inşallah.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Ice Queen

Dürüst olayım mı? Designated yandaşlarım, ailem, kankalarım, komşularım, düşmanlarım, bahçemizdeki kediler, işyerimin önündeki simitçi amca vs. dışında, çemberin dışında kalan, rutinimi bozma potansiyeli taşıyan, hayatıma derin bir yenilik/farklılık getirebilecek birilerine içimde ufacık bir duygu kıpırtısı taşımaktan ödüm patlıyor.

Özel alanımdayken insanlara sonsuz güvenen, koşulsuz seven, kahkahalarla gülen, koskocaman sarılan, sırtını dayayan ben, bu alanın dışında herhangi biri bana dokunmaya kalkınca on metre öteye kaçabiliyorum. Güven, sıfır. Bir duygu oluşuyorsa mesela içimde bu alanın dışında birine, self-control mekanizmam bilinçaltımla o kadar kanka olmuş ki artık, o insana karşı türlü komplolar kurmaya başlıyorlar. Kızıyorum, sinirleniyorum, mideme kramplar giriyor, hatta zaman zaman tiksiniyorum o insandan. Kenarda köşede kalmış, sebebini unuttuğum bir sempati duyduğumu hatırlıyorum o insana sonra. Hemen ağır abi tavırlarıyla aklım soruyor "Neden? Bu insana neden değer vermelisin ki?" Ve sıralamaya başlıyor eksikliklerini, mükemmellikten uzaklığını. Zaman zaman eskilere dayandırıyor tezini, çokça karşılaştırıyor tanıdığım mükemmel olmayan insanlarla. Benzerliklerini buluyor, gözüme kocaman sokuyor onları. Sonra tanıdığım ve kaybettiğim mükemmel insanlardan dem vuruyor, ne kadar beceriksiz ve salak olduğumu hatırlatıyor bana. Mükemmellikle uzaktan yakından alakam olmadığını fısıldıyor kulağıma. Bu arada ben çoktan çember dışındakini çemberin içine alma fikrinden uzaklaşmış oluyorum.

Bu rutine ihtiyacım var diyorum içten içe, hayatım ne kadar düzenli, kafam ne kadar rahat ve kalbim ne kadar boş olursa sağlıklı hale geldiğimi görüyorum (Alman ekolü eheh), ama aynı zamanda yaşamadığımı hissediyorum (gelsin warm blooded Akdeniz ekolü). Aslında karşı çıktığım yeni insanlar değil genel olarak, anlamışsınızdır, yüzlerce kişiyle tanışırsınız, aylar boyunca kalabalıklara dalıp çıkarsınız.. Birileriyle eğlenir, güler, saatlerce dünyayı kurtarır, birilerini sevdim sanırsınız, başkası size aşık olur, öbürü dost, diğeri düşman, bazıları etkisiz eleman.. Sonra biri çıkar gelir aralarından. Geldiğini asla fark etmediğiniz biri. Kalabalığa karışıp girer hayatınıza - ilk koruma engelinden kalabalık faktörüyle yırtmıştır - ardından sinsice alıştırır sizi kendine, ne olduğunu anlayamadan sohbetini aradığınız biri haline gelmiştir, varlığı size mutluluk vermektedir. İşte tam o an, alışmaya başladığınız, çemberin sınırlarının silikleşmeye başladığı, hatta yumuşamaya başladığınız o an fark edersiniz ki, elinizde sadece 2 seçenek vardır: Ya cesur olup, bu bilinmeyeni gerçekliğinize katıp, iyi veya kötü sonuçlarına katlanacaksınız, ya da kendisinden şiddetle kaçınacaksınız. Sağolsun benim bilinçaltım ve aklım bir olup nefret ettiriyorlar o varlığıyla beni mutlu eden kişiden. Öyle bir noktaya geliyorum ki, bir bakmışım zamanında o insanın bana hoş geldiğini bile unutmuşum çoktan. Ama çok garip, bu süreci biliyor olmam, o sürece etki edebileceğim anlamına gelmiyor. Yani evet oyunu görüyorum, durumu algılıyorum, ama etki edecek gücüm (cesaretim) yok sanırım, şimdilik. Bir nevi sarhoşluk anı diyelim, basiretim bağlanıyor. Sanırım çemberin dışındakine karşı herhangi bir duygu beslemekten korktuğumdan çok, kendimi -şu anki gerçekliğimi bozabilecek gücü ellerine teslim etme potansiyelim olan - birilerine bırakmaktan korkuyorum.

Gözümü hangi kapatışımda deprem oldu ve ben her şeyimi kaybettim? Hangi ara güvenmekten, kendimi bırakmaktan korkar oldum, cidden bilmiyorum. Artık bunu da bir terapistim olursa onunla konuşuruz.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

The Concept of "We"

Evet "Sex and the city" e iyiden iyiye sarmis bulunmaktayim, ama yapacak bir sey yok. Lost bitti, BSG bitti, her bi$ey tatilde, ozellikle hayvanlar gibi Dexter a$ermekteyim ve caresi yok, oturup Kavak Yelleri izlemeyecegime gore gec de olsa bu fenomene kaptirmi$ bulunuyorum kendimi.

Evet, bu diziyi izleyen her kadin gibi ben de "acaba hangisiyim?" moduna girdim bir noktada.. Bu geyigi cevirdigim bazilari otomatikman "ben Miranda'yim" ya da "ben Charlotte'um" diyebiliyorlar. Daha "ben Samantha'yim" diyecek kadar da$ak sahibi bir turk kadiniyla kar$ila$madim ama, bunun tipkisinin aynisiyla 2 yil gecirdim ben huleyn! MBA boyunca dipdibe ya$adigim Rus hatun aha bu Samantha'nin tipkisinin aynisiydi... Biz boyle gerzek gerzek a$k me$k muhabbetleri ederken, hatun tecrubelerinin verdigi kuvvetle erkek milletine sovup sayip dalgasini gecerdi surekli. Ya da ic gecirip "I need a man tonight" diyen biriyle daha kar$ila$mi$ degilim henuz. Adamlar hatunu got gibi ortada biraktiktan sonra "hayat bu, dogaldir.." diyerek ertesi gun hemen ba$ka bir adama kancayi takani falan.. Ya da Hong Kong'da tanimadigi insanlarin du$unda sizip ucagini kaciran ve geldiginde bunu onemsiz bir talihsizlik olarak degerlendirip olaylara buyuk pencereden bakabilen.. Tabi ki gorecelidir bu durum, ama bende saygi uyandiriyor bu hatun tipi, cunku ne kadar slutty olduklari du$unulse de aslinda inanilmaz ki$ilik sahibi insanlar. Sadece istedikleri $eyler genelin istegine gore biraz daha cizgi di$inda ve bunu dile getirmekten asla cekinmiyorlar.

Neyse, ba$ligimiza gelmek gerekirse, bu "we" durumu cok acayip bir konu ili$kilerde. Kadinlar ili$kiye girince otomatik olarak her plani "biz" olarak yapmaya ba$iyor. Hele evlenince durum daha bir rezalet, "biz" derken bu sefer "anne baba cocuk" adina konu$maya ba$liyor, bir nevi ailenin sozcusu durumuna gelen hatun ki$isi. "Bu hafta di$ doktuk, hem babamiz da belini incitti, gelemiyciiz $ekerim" gibi insani kusum kusum kusturan soylemler dogabiliyor bu kadinlardan. Erkeklerdeyse durum biraz daha farkli. Ki$isel planlarina "kadin" ogesini katmaya, ya da "biz" olarak plan yapmaya ba$lamalari biraz daha zaman aliyor, bazen bu olgu hic gercekle$miyor. Bazense onlar icin "biz" demek, kadina haber vermeden kadin adina da plan yapmak demek olabiliyor ki, erkeklerin bu davrani$ina ayrica hasta oluyorum. Hani kadinlar olarak biz korunmaya kollanmaya muhtaciz ya, kendi ba$imiza plan yapamayiz mazallah, illa bir erkek ki$isi - artik baba mi olur, koca mi olur, secin birini - bizim adimiza kararlar vermelidir ve bizim hep son dakika haberimiz olur bundan. Bir de sebep olarak "ben senin iyiligin icin boyle yaptim Fato$can, sen kirilmayasin diye oyle dedim" falan gibi embesil cevaplara burunurler. O an i$te kari$ik duygulara gark olur hatun ki$isi, "clearly, ben bu adami yuksek IQ'su icin sevmemi$im" denir. Evet tahtaya 3 kere vurdum tam $u an, Allam boyle gerzeklerle yolumu kesi$tirme yarebbim dedim.

I$te "Sex and the city"nin de bir bolumunde, bu erkeklerle kadinlar arasindaki "biz konsepti" problemi konu$ulurken, sevdigim biricigim Samantha lafi patlatiyor:

Samantha: Men do this all the time. Women walk around thinking "we". But men's version of "we" is "me and my dick".
Miranda: Totally!

Efenim yukaridaki cumleyi ceviremiyciim, ama google translator diye bir $ey girdi hayatimiza cok mutlu etti bizi boyle arapca falan anlar hale geldik, cekinmeden deneyiniz efenim. Saygilar efenim. Saygilar.. Minnetler..

Bir de du$unun efenim, yukaridaki saptama dogru degil mi Allasen?

16 Temmuz 2010 Cuma

Me the Big Boss Y'all

Seinfeld'de George'un surekli konu$an bir patronu vardi. Adam, George ne zaman odasina gitse $u soldaki resimde gorunen masasinin ardindan inanilmaz bir hizda ve susmadan dakikalarca konu$up George'u dumura ugratirdi.

Zamaninda bu olaya cok gulmu$um herhalde, $imdi benim patronum da kesinlikle ayni. 2 cumleyle anlatabilecegi bir konuyu 40 dakikada ve bagirarak anlatabilme yetisi Maslak'ta 10 kaplan gucunde ma$allah. Bende artik bir guvenlik kalkani olu$tu, odasina girdigimde bagirmaya ba$ladigi an benim bunye default olarak algilamiyor zaten bagiri$ini, ilk ba$larda duruma $a$an ben artik tabir-i caizse "ka$arlandim" mi ne, saatlerce dinlesem tinlamiyorum.

Demin yine odasindaydim, tam konu$masini bitiriyor.. Bir adim attim kapiya dogru, hoop bir cumle soyledi.. Bir adim daha attim, tekrar bir cumle soyledi. Tam da $oyle oldu:

Patron: Boyle firmalarla calismayalim.. (pharaoh adim atar) Yeteneksizler resmen. (bir adim daha) Beceriksizler.. (bir adim daha, kapiya az kaldi..) Incompetent idiot surusu bunlar walla.. (ve hooop kactim!)

Bir de Asim Can Gunduz kivaminda surekli ingilizce-turkce karisik bir konusma durumumuz var ofisce ama ona hic girmeyelim zaten, ortaya cikan kelime kombinasyonlari stand-up kivaminda kafalar yaratiyor her birimizde. Butun buna ragmen keyfim yerinde i$te ama ya, buna ne demeli bilmiyorum.


13 Temmuz 2010 Salı

How to Lose Lust in less than 10 seconds

Hay Allam yaa.. Agzimizdan bi kere "lust" lafi cikti ya, bakti oluru var durumun, bir $eyler i$e yariyor olsa gerek.. Bu sefer paso bunun uzerine gitmeye ba$ladi pic! Surekli poz halinde duru$lar, tripler, kisaca fizigini on plana cikarabilecek her turlu davrani$ abide..

Ya $u kadar (elimle kibrit kutusu buyuklugunde bir aci olu$turdugumu du$un sayin okur) akil olsa, sadece tipin degil, zeka belirtisinin de kadinlardaki en buyuk turn on oldugunu bilebilir bu erkek ki$isi.. Evet "lust" fiziksel cekimle yaratiliyor, ama bu "lust" olayi sadece goruntuyle olsaydi, reklam panolarina a$ik olurduk degil mi? Kar$imda surekli bana 333 numarali pozunu yapacak birini degil, zeka piriltisiyla aramizdaki cekimi besleyebilecek birini istiyorum. Cok bir $ey degil bu istek yau, cidden.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

World Cup Finali Babaya Nasil Ziyan Edilir?

Bir kere benim gibi bir Casillas a$iginin babasi Hollanda'yi tutuyorsa, dokuz kusurdan birini i$lemi$ demektir. Bu durumda default olarak baba icin final macini rezil etme planlari kacinilmazdir degil mi sevgili paranoid android frankfurter sosis izleyicileri?

Daha dakika bir'den itibaren Casillas'a methiyeler duzulmeye ba$lanir, "ah ne $eker, ne mukemmel bir $ahsiyet, maci biraksalar ke$ke 90 dk. Casillas gosterseler.." $eklindeki kusturucu yorumlarimdan sonra baba kimil kimil rahatsizlik belirtileri gostermeye ba$lar..

Ardindan babamin ispanya'yi yermeye cali$an bir iki lafi ustune benim "Bi kere ahtapot herkesten akilli, Ispanya $ampiyon olacak ki ba$tan anla$alim, bo$una umitlenmeyin Hollanda sumsuk sumsuk oynuyor zaten, benim Spaniard'larimin yaninda solaryumlu dümbeleklerin esamesi okunmaz" $eklindeki counter attack'lerim sonucu baba delirme kivamina gelir ve "ispanyollarin hepsi cingene zateeeennnn, gebersinler, sen de git yatsana yarin i$ yok muaaaaa?" diye haykirmaya ba$lar.

Sonuc: Kazanan bir ispanya, deliren bir baba ve mutluluk sarho$u frankfurter sosis.

ps: Bu arada Lust'umu kaybettim, hukumsuzdur. (anlikmi$ haci o hissiyatlar.)

9 Temmuz 2010 Cuma

Lust at first sight

Bu aralar cok kafa yordugum bir konu. (Can't believe I'm quoting Sex And The City, but what the hell) Gecenlerde soyle bir diyalog izledim:

Carrie: Do you believe in love at first sight?
Big: No, but I believe in lust at first sight.
Carrie: C'mon, I'm serious.
Big: So am I.

Anlamak istedigim $u. Biriyle tani$iyorsun, uc be$ gun sonra durum degerlendirmesi sonucu: adam seni deli gibi istiyor belli, evet sen de istiyorsun, ama ortada henuz a$k yok. Etkilenme var evet, begenme, belki birbirinin ekseninde donmeye ba$lama durumu, ama o kadar. Bu durumda uzakla$mak mi beklemek mi gerekir desem, beklemek diyecek herkes biliyorum. Ama i$te o donemde duygularina teget gecemiyor insan. Taraflardan biri yonunu $a$iracak muhtemelen. Puff. Kafa kari$ikligi.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Twilight Hotties

Demin dunyanın en sıkıcı toplantılarından birinde kendimi dun gece izledigim "The Twilight Saga: Eclipse" filmindeki en begendigim erkek karekterlerin listesini çıkarırken buldum.

Kesinlikle Edward hastası bi kişi değilim. İtinayla alıp tepe tepe kullanabilirsiniz. Canım bitanem Jacob'ın ne kadar mukemmel bi insan oldugu zaten aşikar, bu nedenle diger hidden gem'lere geçiyoruz..


İlk olarak bu Kellan Lutz kendini aştı abi ya. Adam çıtayı sürekli yükseltiyor, her filmde daha supersonik bir kişiliğe bürünüyor, hayır olsun diyorum.

İkinci olarak yeni doğan Riley rolündeki abi de başarılıydı, es geçmemizin haksızlık olacağını düşünüyorum.

Last but not least, Jasper efenim. O güneyli aksanı, o cici halleri falan Edward da kimmiş etkisi yarattı insanlarda. Ki seçmelere Edward rolü için katılmış biri olduğunu bildiğimiz bu abi hakkında, yapımcıların çabuk karar vermiş olduğunu gösterdi cidden.

Bu arada bahsetmeden geçemiyciiim, bu Bella neden patatese dönmüş abi? Aman Allahım, bu kadar sıradan, bu kadar sokaktan geçen insan havası verilmiş mediocre bir başrol görmemiştim hayatımda.

Filme çok bayıldığımı söyleyemem, sanırım kitaptaki her şeyi istediğim için oldu bu, bir de Cullen ailesine çok paye verilmemişti bu nedenle bi tatminsizlik oldu. Volturi'ler de kesinlikle kısa da olsa mükemmel bir appearance gösterdiler, yeni filmde bizi neler beklediğini ufak da olsa gördük. Neyse kısaca benim açımdan beklentilerimi şöyle böyle karşılayan bir adaptasyondu, emeği geçenlere saygılar efenim.

29 Haziran 2010 Salı

Her $ey Dunya Bari$i Icin :D



Eyup Milli Egitim Muduru Gusamettin Erdogan (evet bildiginiz Erdogan ailesinden, yani ba$bakangillerden) gorevde oldugu 4 yilda tam 160 ulke dolasmis. Soranlara da "Her seyi dunya barisi icin yaptim" demis :) Abi Turk kulturunu dunyaya tanitiyo..

Baksaniza yandaki resim mesela, Singapur burasi efenim.. Me$hur Merlion heykelinin yaninda boyle bir resim cektirmeden dunya barisi saglanir mi? Hayir tabi ki.

Bir de yuzsuzce demi$ ki, "Ben dola$irken Fethullah Gulen'in okullarini da ziyaret ediyorum, cemiyet olarak veya degil ama butun dunyaya yayilmis durumda Turkler, bu da kabul etmemiz gereken bir realitedir." Sagol abicim, senin gibi reziller sayesinde unutacagimiz varsa da unutmayacagiz bu ampulgillerin kepazeliklerini.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Paranormal Pazartesi

Agzima sictin be Paranormal Activity!

Senin yuzunden dun gece uyuyamadim. Evden gelen abuk subuk sesleri dinledim. Her an ensemde bir nefes hissedicem korkusuyla yorganin altina saklandim.

Tam babamin tuvalete kalktigini duyup sevindirik oldum, isik acip kitap okuyayim uykum gelsin dedim, bir sure sonra babamdan ses cikmamaya basladi.. Icten ice bir panik havasiyla tuvaletin kapisini yumruklamaya basladim, dayanamayip araladim, babam uyuya kalmis.. Ayni filmde ***spoiler** icine deamon giren hatun gibi **spoiler*** bu sefer kapiya cotank diye bi vurdum uyandi babam, of ben de rahatladim kimse possess etmemis, ama yine de isiklari acik biraktim ve en geyik kitabi secip bayilmayi bekledim..

Sonuc, pok gibi bir pazartesi sabahi.

24 Haziran 2010 Perşembe

Simitci Amca

Kendinden nefret ettiren Turk insani zaman zaman da tekrar kendine asik ettirebiliyor beni.

Berbat bir gundem var zaten, herkesin ici sismis durumda.. Hava gundemden de berbat. 10 dakikalik yagmurda (hatta Rumelihisari'nda dolu yagmis ve tutmus.. 23 Haziran'da Istanbul'da yer kar tuttu yani.. saka gibi!) sel alan yollar, etrafimizi saran mutsuz ve doyumsuz insanlar, derken..

Sabah isyerimin onundeki simitci amcaya ugruyorum.. Simit 750 sanirim ama bende bozuk sadece 500 var. Utana sikila "Abi 500 var, 250 sonra odesem olur mu?" diyorum, bunun uzerine abi "Ya konusunu bile etme, hatta al sana bir de catal" diyor ve simidin yanina catal sikistiriyor.. Ehe parasini odemeden simit alana bir catal bedava :)

Seviyorum iste yurdum insanini.

Ise gelince millete anlattim bu durumu, bir arkadasim bu amcaya toplam alti milyon borclanmis, borcundan bahsedip ozur diledigi her an bir catal veriyormus amca :) Yoksa faiz gibi bisey mi bu yau? Ehe batinin sadece egitimini degil, okuzlugunu ve paranoyakligini da almis frankfurter sosis bildirdi efenim.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Apaci Muzigi Beyin Patlatir Mi?


Abicim hani Mars Attacks'te gramma'nin caldigi muzik bu heyvancagizlarin kafasini patlatiyodu ya, su apacilerin kullandigi arabalardan gelen muzik de benim kafami patlatacak bi gun diye korkuyorum. Hatta irkciligi, sinif ayrimciligini daha da ileri goturup kicimdan bir teori uydurmak istiyorum, o da soyle: bu abiler boktan hayatlarinin intikamini o beyaz sahin arabalarina binip, apaci muzigini de son ses acip agzimiza sicarak aliyorlarmis gibi geliyo. Yaz da gelince, yolda cam falan acmak mumkun olacak mi bilemiyorum. Ya da sonunda ben de kafayi kirip apaci olacagim, o salak muzigi de bayila bayila dinleyecegim.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Aradigim Huzur Spordaymis




2 haftadir diyet yaninda spor yapiyorum, ama bedenimden once kafam hafifledi desem?

Ya cok acayip, i$in stresi sikintisi var mesela, spora gidip 1,5-2 saat hayvanlar gibi cali$tim mi? Pembik bi insana donu$uyorum.. Kafamda ne sorun, ne $uphe, ne mutsuzluk (serotonin etkisi tabi bu), eve gidiyorum ne hir gur yapacak hal kalmi$.. Boyle huzur ve ne$e hakim oldu hayatima bir anda.

Yemin ediyorum icimdeki nedensiz kizginliklari falan da susturdu spor. Boyle cogacayip bi$i oldu bana.. Bi pozitifle$tim, dusuncede bir berraklik, genel bir mutluluk hali geldi uzerime. Her sey iyi olacak havasi hakim. Hayir olsun bakalim :)

4 Haziran 2010 Cuma

Happy Birthday Angie!!

Ablamin hayattaki en buyuk a$ki Brad Pitt. Hatta mutfaginda koskocaman bir Brad Pitt posteri durur, 5 ya$indaki yegenimin Brad Pitt'i akraba falan sandigindan $uphelenmekteyim..

Demin konusuyorduk ki, ablamin hayattaki en buyuk du$mani olan Angelina Jolie'nin dogum gunuymu$ bugun onu fark ettik. Hatun 35 oldu. Ablam bir yandan hatun ya$landi diye seviniyor, bir yandan da bir ya$ buyuk olmasindan dolayi sinir oluyor.

Ve benden bomba gaf geliyor:

"Uzulme ya, hatun olmu$ otuzbe$, bundan sonrasi downhill, olur gider yakinda.." Ne kadar gerizekali bir karde$ oldugumu bir kere daha kanitliyorum =) Gecen seferki olayda da 13 falan ya$indaydim, arkada$imin ablasi okula gelmi$ ve ben hatunu hic begenmemi$im nedense.. Eve geldigimde ablama çotank diye $ey demi$tim "Abla bugun Ate$'in ablasi geldi okula, senden bile cirkin!" I$te boyle boyle aldik gaf kralicesi unvanini =) Ha bu arada evet, happy bday Angie!!

3 Haziran 2010 Perşembe

Katil Oda Spreyi


Abi $u anda cok guzel kokuyorum. Sebebi de herhangi bir parfum degil, bildigin oda spreyiyle yikanmi$ olmam.

Aslinda bu Friends'in son sezonunda Ross'un ba$ina geliyordu. Sprey bronzla$tirici cihazini yanli$ kullandigi icin 12 defa ayni yerine bronzla$tirici puskurtuluyordu ve Miss Hawaian Tropic'e donu$uyordu. Ama bu tur olaylar sadece komedi dizilerinde ya$aniyordu, benim gibi birinin ba$ina, hele de i$yerinde gelmezdi degil mi? Ama oldu i$te..

Tam ofisin common room'undaki oda spreyinin bitip bitmedigini anlamak icin yerinden cikarip bakarken cihaz "piiiissssstt" $eklinde alnimin orta yerine sikti oda spreyini. Sonra ben Friends'de Ross'un bu $ekilde 12 kere ayni noktaya bronzla$tirici boya puskurtmesini hatirlayip gulme krizine girip durumu i$ arkada$ima anlatirken cihaz elimde ayni pozisyonda durdugu icin hoooop bir daha"piiiissssstt"!!! Ben artik koptum, yere oturdum gulmekten.. İ$ arkada$imin yorumu da iyiydi.. "Belki bastirdigin icin puskurtuyordur!" Evet, free will var alette, damarina basinca puskurtuyor spreyi. Hay allam ya. Mis gibi kokmaktayim, evet.


2 Haziran 2010 Çarşamba

Gulumseten Detaylar






Sabah ayakkabimin altina takilan ta$in yol boyunca beni deli etmesi, ofise gelince buyuk ugra$lar sonucu ancak cikarabilmem..

Temizlikci teyzenin yerde buldugu ayni ta$i ugurlu ta$im zannedip, temizleyip masamin en guzel yerine ili$tirmesi..

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Ofise tikildik, kaldik..



A$agidaki insanlar İsraili protesto ededursun, biz de ofislerimizde tikilip kaldik, surekli ofise dolan kuran seslerinden sinirimiz bozuldugu icin gulsek mi, yoksa dakika ba$i duydugumuz tekbir Allahuekber sesinden tirssak mi, haberlerden duydugumuz geli$meler yuzunden aglasak mi bilemedik.. Daha gelenler olacakmi$, hayir olsun diyorum...

27 Mayıs 2010 Perşembe

There's a new man in town demi$tim, Lady'mi$ o =)

Dunyayi kurtarma isini devrettim, Bodrum'a yerle$iyorum

Ya evet zamaninda cok idealist genclerdik degil mi? Cogsuperdik, mihemmeldik hatta.. Boyle en iyi okullarda okumu$, "felsefenin-edebiyatin-sanat tarihinin-sosyolojinin-psikolojinin" amina koymu$, ilgi alanlarin ne diye soruldugunda "egyptology, cryptology, mythology" falan diyen hiyarlardik evet. "Ah ne zekiyiz, ke$ke hic bir seyin farkinda olmayan o kucuk aptallardan olsak, ne mutlu olurduk" modlarinda sabahlara kadar dunyayi kurtari$imiz bitmiyordu, evet. Yaptik mi bir $eyler? Belki yaptik. Ama en nihayetinde degdi mi kendimizi paralamamiza? Peh sanmiyorum be Atam.

Gecenlerde cok ilginc bir sey ogrendim. Alerjinin vucutta olu$ma sureci, genetik degilmi$. Daha dogrusu insanin genetik kodunda bir maddeyle alakali kullanabilecegin maksimum miktar yazarmi$, ama hayatin boyunca bu miktara ulasamazsan, olene kadar alerji olmazmi$sin. Ama o limiti mesela 30 ya$inda a$arsan, vucudun alerjik reaksiyon gosterirmi$. Bunu nereden biliyorum? Partilerin ve alkol ortamlarinin gozbebegi olan bir arkada$imin, 30'undan sonra alkole alerjisi oldugu ortaya cikti. Zaten ne demi$ dinimiz, her $eyin fazlasi zarar. (Ahah, dincilerimize selam olsun!) Olay nerede bana baglaniyor? $oyle.. $imdi benim de gotumden geli$tirdigim bir teoriye gore, ya$ 11 itibariyle klasik muzige hayran olmak, 15 itibariyle felsefeye, antik yunan edebiyatina, Shakespeare'e falan dalmak, lise boyunca George Orwell senin Aldous Huxley benim, yok Sineklerin Tanrisi'nda kim neyin metaforuydu diye kafalari yemek, universitede de Kar$ila$tirmali Edebiyat gibi bir entelijansiya gayya kuyusunun icine batip ciktiktan sonra (arazli ciktik tabi, icimizde olmeyen bir Ted Mosby/Frasier prototipi geli$ti) artik entel dantel her boka kar$i bir titreme, bir kusma istegi, Rousseau misali bir dogala donu$, bir okuze tapma, ye$ile ko$ma, sadelige ozenme durtusu kendini gosteriyor. Allahtan dunyanin en hirsli, paragoz falan ama bildigin duz insanlarini icinde barindiran MBA egitiminden gectik de, bir gozumuz acildi, St. Augustin'le Aristo'nun tanriyi ve iyiligi algilayi$i di$inda da tarti$ilacak $eyler oldugunu gorduk dunyada. Sonra da ver elini ofis politikalari, ili$ki bulmacalari, ic dengelerin korunmasi derken.. Bugunlere geldik evelallah.

Sabah da gunluk toplu ta$ima sava$indan galibiyetle cikip masama oturdum, daha bismillah kahvalti ederken blog okuyayim gunum senlensin dedim, emme velakin, gunluk entelektuellik kapasitem bir kelime obegiyle tavana vurdugu icin bir anda doydum, hatta kusasim geldi, su andan itibaren bobiler.org mu neydi oyle geyik muhabbeti okuyacagim. Evet beni benden alan cumle "feminizmin fa$ist yansimalari". Aferin abi, devam. Ben de Lost geyigi falan yapicam i$tekilerle, hava sicak zaten belki su sava$i falan yapariz, egleniriz. Bunye cidden kaldirmiyo entel danteli bi noktadan sonra. Sinavlara falan calisirdik cafe'de, konu$malarimizdan i$killenen millet donup bize abuk subuk baki$lar atardi, hatta son toplu cali$mamizi bir Starbucks'ta Foucault ve Panoptikon teorisi uzerine yapmi$tik ki, bir nevi BBG evi teorisidir kendisi, ancak ilk etapta hapishaneler icin du$unulmu$tur, biz bunu konu$urken bir anda butun Starbucks bo$almi$ti, adamlarin i$lerini olumsuz etkilemi$tik ento$lar olarak. Neyse abi, dedigim $udur ki ben bu ento$ $alterini kapatiyorum artik, dunyayi falan da kurtarmiyorum aynen Beynimin Bodrumuna yerle$iyorum, bu da bana gore geyik muhabbeti, bobiler.org duzeyindeki durum komedilerini falani iceriyor. Cogta mutluyum. Kendime gunluk ento$ kotasi belirledim, uzerine ciktim mi erör veriyorum.. Hemen konuyu A$k-i Memnu'ya falan getiriyorum. Sistem overdrive olmuyor boylece.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Tom Yam Soup

Insan yeterince uzak kalirsa, her bi seyi ozleyebiliyormus..

Tom Yam soup. Burada pok gibin yapsalar da, Singapur esansi yasamak icin bire bir..

Yalniz Singapur'daki o kadar aci ki (ve bunu cocukken kasik kasik pul biber yiyen ve hali hazirda minik biber tursularindan bir kavanoz bitirebilen biri olarak soyluyorum) yerken acidan yuzunuz kizariyor, burnunuz akiyor, sonunda da motoru feci halde bozuyorsunuz. Ama buradakine basiyorlar mantari, icinden topu topu 3 tane karides cikiyor, aci falan da degil. Yine de, nasil Almanya'da android kebap yiyorsak, burada da aci olmayan Tom Yam'a hayir diyemiyoruz.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

maNga - We Could Be The Same

Bu sefer o kadar da fena gelmedi Manga'nin sarkisi, artik ne yaptilarsa, girisi disinda gayet dile dolanan bir sarki olmus.. Ama yine de abilerin kiyafet fecaat!! :)

18 Mayıs 2010 Salı

Supermarkette kaybolmus cocuklar kulubu

Bir arkadasim yapti bu tespiti. Biz, erken yasta ebeveynlerinden bir ya da ikisini kaybetmis cocuklar.. Kac yasinda olursak olalim, her daim "supermarkette kaybolmus cocuk" hissiyatini icinden cikaramayan, bizi seven, ilgilenen, bir sekilde pek de alakamiz olmadigini bildigimiz halde yanimizdan uzaklastir(a)madigimiz insanlarla dolup tasan hayatlarin sahipleri..

Sanirim aradigimiz sey, tam da kosulsuz sevgi. Biri ciksin gelsin, ve "I'll love you, forever and always, whatever comes" desin, bizim de icimiz erisin. Her turlu olumsuzlugunu silelim, gormezden gelelim falan. Aslinda daha derine inmek gerekirse bence anne kaybi insanda ne kadar sevgiye aclik yaratiyorsa, babanin erken yasta kaybi da hayata karsi guvensizlik yaratiyor. Hangisi daha kotu, cok sevdigim birinin de dedigi gibi aslinda zugurt tesellisi. Kimimiz yasimiz ne olursa olsun bize karsi sevgi duyan her ruhta anne sefkatini arayacak, kimimiz de yanimizda olmak isteyene karsi guvensizlik duyacak. Ama bilecegiz ki yalniz degiliz.

Bu gok kubbenin altinda, icinde daimi bir kayip cocuk tasiyan nice ruh dolasiyor.

FlashForward'in Ruhuna El Fatiha.. V Tam Gaz Devam!!


15 Mayıs 2010 Cumartesi

There's a new man in town!








Dex is back!! Fully recovered.

On air September 26th, 2010.