27 Aralık 2010 Pazartesi

Just wish..

2011 için ne diliyorsunuz?

Geçen hafta bankadan para çekerken gayet şımarık bi şekilde "25 var zaten onu çekeceğim" dediğimde görevlinin bana bakıp "Tamam hanımefendi, 25.000 liranızı hazırlıyorum" dediği anki bir saniye süren mutluluğum ve "hehe Allah söyletti, inşallah o da olur bir gün" deyişim.. Sonra taksiye binmem ve şöförün beni çalıştığım şirketin sahibi sanması.. Bütün bunlar üzerine "Acaba 2011 için ne dileyeceğimi buldum mu yoksa?" dedim ama, bir kaç ay içinde magically kendi şirketimi kurmayacağım, ya da banka hesabımda bir anda 25.000 liranın ortaya çıkmayacağı aşikar. The second being more likely ama olsun.

Bi kere insanlar yeni yıldan neden bir şeyler diler? Titre ve kendine gel ulen! Sen aynı sensin. Hayatın aynı hayat. Aynı boktan arabayı kullanıyosun ve her gün aynı nefret ettiğin işe gidiyorsun. Ya da tam tersi, aynı eğlence denizinde yüzüyorsun ve hala herkes sana hasta. Da yeni gelen yılın bununla ne ilgisi var? Hayatında olup olacak herhangi bir değişiklik yer bulacaksa, o da ancak senin kıçını kaldırıp harekete geçmenle olur be Atam! Ben şahsen, 2011'de kendimle ilgili şöyle dilekler içerisindeyim, mesela daha çok polyanna olup kafaya hiç bir şey takmamayı başarabilmek, kurumaya yüz tutmuş Fransızca ve tarzancadan hallice olan Almancamı geliştirebilmek için içimde bir anda bir isteğin doğması.. Sonra hastası olduğum skydiving'i ve denemeye değer bulduğum rafting'i yapmak için içimden bir anda bir enerjinin fışkırması.. Kendime ve başkalarına eleştirel ve sarkastik bakmayı belki yüzde 60'a düşürmek, böylece belki de başkalarında sevecek bir şeyler bulma ihtimalimin ortaya çıkması.. Kesinlikle daha çok gezmek, daha çok gülmek, daha çok dans etmek ve en önemlisi daha çok insanla tanışmak değil ama, tanıştığım insanlarda daha derin levellarda bağ kurmak. Bunun için insanlardan halihazırda kusmamış olmak. Resim çizmeye devam etmek, ruhumu doyururken bedenimi bir kenarda bırakmamak, birbirlerinden beslendiklerini unutmamak.. ve aklıma gelen şeyleri başkalarıyla paylaşma isteğini asla kaybetmemek. Şimdilik bu kadar örtmenim, mutlu yıllar!!

Glühwein..yumm.

Alman ekolüyle ucundan kıyısından bir şekilde alakanız olduysa, kışın karlarla kaplı sokaklarda bağrı açık kırmızı suratlarla koşturan adamların sırrını biliyor olmanız gerekir. Efenim bunun sebebi, abilerin sabah kahvaltısında nutellayı fazla kaçırmış olmaları değil, bizzat Glühwein denen içkidir.

Solda da göreceğiniz üzere kırmızı şarabı portakal, elma, kış meyveleri, kabuk tarçın, çilek/kavun/elma şurubu, bal, vodka, şekerli su vs. ile karıştırıp bir güzel kaynattıktan sonra süper aromalı bu içkiyi elde edebilirsiniz. Ben de Almanya'dan döndükten sonra bir daha bu güzide lezzete kavuşamayacağımı sanırken, Cuma günü Asmalı Mesçit civarındaki Leb-i Derya'da şimdiye kadar içtiğim en mükemmel Glühwein'i tattım! Hem de bedava! Olay şu ki, Leb-i Derya'nın super genious gündüzleri garson geceleri vestiyer olan çalışanı, insanlar vestiyerde paltolarını beklerken sıkılmasınlar diye kenarda Glühwein pişirip shot bardaklarında servis etmeye başlamış. Ama bu Glühwein öyle böyle değil! Almanlar bile adama gidip "Bunun içine ne katıyorsun?" diye soruyorlarmış. Çünkü tadı cidden çok iyi. Ben şahsen denedikten sonra, Leb-i Derya Glühwein'ı menüsüne eklesin önerisinde bulundum. Gayet de sadece Glühwein içmek için gidilebilir çünkü. Benim bu kadar tezahürat yaptığımı görünce, abi sağolsun bana bu özel Glühwein'ın tarifini verdi. Hehe, ben de evde bir gün sırf şımarıklığına deneyeceğim! A pinch of Germany esansı katalım bakalım hayatımıza.. Not that we need any bit of Germany in our lives, ama olsun.

Pirinç Patlaklı Kokolin Kaplamalı Gofret



Fikrimi çalmışlar!!!

Başladığından beri Fringe'e "Pirinç" diye hitap eden ben, çok orjinal bir kişilik olduğumu düşünürken, elin ticari zeka sahibi abileri çikolata bile yapmışler ulen!


Niye ama niyeeaaaa?

17 Aralık 2010 Cuma

Death by the thesis

Evet master tezimi bir haftada yazarım iddiasındaydım değil mi? Try 48 hrs then. Kendime olan güvenimle gözlerim nasıl kör olduysa artık, işten bir gün izin alıp, bir gün de hazırlık yapıp süfer tez yazabilirim havasındaydım. Hayır işin sonunda o tez yazıldı mı? Evet. Ama nasıl yazıldı, işte orası baya civcivli.

Şimdi ilk olarak uyku problemini ortadan kaldırmak gerekiyor. 48 saat uykusuz kalınacaksa (kimyasallardan hiç hoşlanmadığım için) dayadım çayı, colayı, c vitaminli ne meyve varsa artık, sürekli yiyorum ve yazıyorum. Şimdi böyle bir konumda bir süre ilerledikten sonra tezle ilgili ilk tespitim şu oldu: Efenim insan 6 aylık tezi 48 saatte yazmaya çalışınca çok afedersiniz çişi bi acayip kokmaya başlıyormuş.

Kendinden iğrenme safhasını atlattıktan sonra all time stamina sağlamak için bir de yardımcı gerektiğini anladım. Eve o uyku sessizliği çökünce iş falan yapılmıyor. Canımın içi babam da haliyle uyumadı. Gece 4'te çay yapıp omlet yedik falan. Şimdi aldatan erkek boşanmak isteyince işsiz güçsüz ev kadınlarının neden mal varlığının yüzde ellisini "o paramızı kazanırken ben ona hep destek oldum" diye istediğini anladım. Ben makalelerle kafayı sıyırırken babamın sürekli çay, meyve ve hatta zaman zaman da geyik muhabbeti takviyeleri olmasaydı, hayatta başaramazdım. Demek ki neymiş, Almanya'dan diplomayı kapıp adam gibi bir işe girilince babaya kıyak geçilecekmiş.

Sonracıma, malum işin etik olmadığı aşikar. Canavar gibi doktora falan yapan tonla arkadaşım, benim şu kalpazanlığımdan utanıyorlardır herhalde. Ama bana MBA gibi bir bölüm için yapılan tez saçma geliyor be kardeşim! Biz akademisyen olmayacağız ki sonuçta. Hepimiz iş dünyasına adım atmak için eğitildik, en nihayetinde bir yerlerde yönetici olduk/olacağız. Neyin tezini veriyorsun hala? Ben iki sene Almanya'larda Singapur'larda makroekonominin, kurumsal finansın ebesini şeyetmişim diploma alıp almayacağıma kıytırık tez mi karar verecek yani? Bütün bu sebeplerden gayet isteksiz bir biçimde wishy washy bir iş çıkardım ortaya. Hayat garip bişey. Nabalım.

Uykusuzluk ve aşırı odaklanma yüzünden natural high vaziyette işe gittim. Tabi aslında tezi tekrar gözden geçirmek dışında bir şey yapmadım bütün gün. Okul tezin 2 tane printed kopyasını bir adet de dijital kopyasını okulun websitesine yüklememi istiyordu. Kargo parası bi yerime kaçabilir diye Almanya'daki bir arkadaşımdan rica ettim, o çıktısını alıp okula bırakacak ben de gece 12 pm. e kadar siteye upload edecektim. Ama son dakikaya kadar referanslarla uğraştığım için arkadaşıma vermekten vazgeçtim, Allahtan şirket indirimi varmış kargoda 20 euro gibi bir paraya ertesi gün Almanya'da olmak üzere gönderme planı yapabildim. Ama son dakika okul aldığım tez çıktısını spirallememi istedi. Ofiste spiral makinası var ama kafamı bir kaldırdım kimse yok! Ben de makinayı kullanmayı bilmiyorum.. Çıktıyı alıp kargoculara yaptırırım diyordum ki, printer bozuldu.. Bin saatte printerı düzeltip çıktılarla spiral makinasını da alıp kargocuya koştum. Yetiştiğimde abiler "ehe ehe kargo aracı şimdi havaalanına gitti, yetişemezsiniz Sabiha Gökçen'e gittiler" dediği an "acaba takip etsek köprüde falan yakalar mıyız?" ilüzyonu yaşadım bir anlık ama sonra kaderime razı oldum. Bari spirallemeyi başarabilirler diye umarken abiler bir gol de oradan attılar. Kimse beceremedi bir turlu.. Sonra süper eğlenceli bir şey oldu, bu kargo ofisinin hemen yanı matbaa fabrikasıymış. Gecenin bir vakti 5 tane adam ve ben kapalı fabrikaya girdik (evet bir delilik anı herhalde cesaretime bakın sayın seyirciler) ve adamlar benim 2 tezi de kitap gibi bastılar! Hatta tebrik ettiler "oo kitabınız basıldı, hayırlı olsun" diye. Ben de sevindirik oldum 2 tane de olsa kitap kitaptır.. (yersen). Sonra iç rahatlığıyla eve döndüm son versiyonu okulun websitesine upload etmeye. Haha! Son versiyon ofiste kalmış! Evle ofis arası şaka gibi bir mesafe! Ama zivziv yapmanın vakti değildir yürü ofise dedim ve saat 10:30 pm'de ofisin yolunu tuttum. Tabi ki mükemmel geçen günüm, burada da etkisini gösterecekti, ve dosya ısrarla upload olmadı. O an havaya bakıp "beni vazgeçiremeyeceksin!" diye bağırdım mı? Evet. Baktım olmuyor, küçük emrah kıvamlı bir mail yazdım okuldaki profesöre ve öğrenci işlerindeki abiye, dedim upload olmuyor, nolur e-mail'le yolladığımı official sayın. Olumlu cevap geldi ve oh çekip eve döndüm.

Günün son gölü eve girerken geldi: Çizmelerimi çıkarırken fark ettim ki, ben sabahtan beri iki ayağımda 2 farklı model çizmeyle koşturuyormuşum! Spastik bi şekilde sırıtıp finally uyumaya gittim. Kıssadan hisse sevgili pıtırcıklar, 48 saatte tez yazarsanız ibiş olursunuz, rezil olursunuz, evren tüm gücüyle size saldırmaya çalışır, şanslıysanız az zararla atlatırsınız. Siz en iyisi adam olun ve tezinizi normal sürelerde yazmaya çalışın. Hatta bence hiç tez tazmayın. Tezsiz olacaksa para verin o modelde okuyun ama tez yazmayın. İşte tezli master alanın da Allah böyle belasını veriyor.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Dextaa

Lost, Flashforward veya BSG zamanlarindaki gibi, bir bolum bitirdikten sonra deli gibi bilgisayarin basina kosup yazasim gelmiyor cok uzun zamandir. Evet Fringe son zamanlarda her bolumle daha da kendini asiyor ama en sonunda "oeh" dedirten bolum yine Dexter'dan geldi. Son zamanlarda bir cok arkadasimla konu oldu bu insanin icindeki "iblisler". Hepimiz kendi seytanlarimizi tasiyoruz, ve insanlarla olan iliskilerimiz, aslinda bu seytanlarla yuzlesip onlari ne kadar kaldirabildigimizle alakali olarak belirleniyor gibi. Bazen korkup kaciyoruz, hayatimizin yuzeysel katmanlarinda tutuyoruz o insanlari. Bazense, cok nadir de olsa karsilastigimiz o seytan bizi korkutmuyor. Hatta seytanimizla yuzlesebilen, onu tolere edebilen birileri oldugu fikri bizi ozgurlestiriyor. Bulent Somay, psikanaliz derslerinden birinde "kendini gecmek, icindeki bilinmeyeni/arzuyu/seytani yenmek degil, ona sahip oldugun gercegini kabullenebilmektir" demisti. Super hakli bir tespitti tabi de, sanirim bizim bunu anlayabilmemiz icin aradan bir kac yil gecmesi gerekti. Iste Dex abimizin de bu bolumu * spoiler degil sakin olun * "dark passenger" olarak tanımlanan karanlik tarafla ilgili, birinin icindeki karanligi sevmekle ilgili super bir kac cumleye sahne oluyor.

D: Don't be sorry your darkness is gone. I'll carry it for you. Always. I'll keep it with mine.

Bu efenim, cok ama cok uzun zamandir duydugum en gercek, en ask ve inanc dolu cumleydi. Her zamanki gibi saygiyla egiliyoruz onunde Dex.