23 Mayıs 2011 Pazartesi

Qu’ils mangent de la brioche

"Ekmek yoksa pasta yesinler" belki de Marie Antoinette deyince akla ilk gelen sözdür. Gerçekten onun soylemiş olduğu net olarak kanıtlanmamış olsa da, üzerine yapışan bu "halkını anlayamayan zengin züppe" imajını en iyi şekilde o temsil etmiştir yıllar boyunca. Buraya kadar iyi hoş, ama ben Marie Antoinette'in reenkarne etmiş hali icin çalışıyor olduğumu daha bugün öğrendim.

Her zamanki gibi sıkıcı bir Pazartesi toplantısı sonundayız, bütün ofis gergin.. Belli ki bir şeyler istenecek.. (yeniçerilerin kazan kaldırma havası hakim..) Ve sonunda çalışanlardan biri bana bir post-it kağıdı uzatıyor, HR olarak çalışanların bir isteği olduğu bilgisini patrona geçmek benden isteniyor.. Ben girizgahı yaptıktan sonra başlıyorlar.. "İstanbul'un en pahalı semtlerinden birinde çalışıyoruz, yemek yiyebileceğimiz mekanlar bizim kontrolümüzde değil, 3 sene önceki fiyatlar üzerinden kıvranıyoruz, yemek ücretine zam istiyoruz.." Patron hemen ağlama turlarına başlıyor.. Yok şirket karlı değil, yok para kazanınca arttırırız, ıvır zıvır.. Bir ara "hak ve ayrıcalığı birbirine karıştırmayın" diyecek oluyor ki, bu sefer ben HR olarak araya girip "yemek çalışanların en temel hakkıdır" diye susturuyorum. Derken bir çalışan "her gün fast food yemekten içim kurudu, bu paraya adam gibi yemek yiyemiyoruz!" deyince patrondan yılın gafı geliyor: "Yemek yiyemiyorsanız salata yiyin!!" Değil mi ya!! Biz bunu nasıl düşünemedik? Hem yaz da geldi, fast food yiye yiye bel çevremizde oluşan simitleri de eritiriz belki böylece. Düşünsenize, bir taşla iki kuş! Spor salonuna gitmeden, kilo vermemize yardımcı oluyor adam! İşte hep bu çalışanların fesatlığı, ben bilmiyor muyum sevgili patronumun ne kadar yürekten sevdiğini(!) bizi? Şimdi Fransız kökeninden gelmediğimiz için kendisine kralım diye hitap edemeyeceğim, ama affedin hünkarım diyorum, özürümü bağışlayın. Olmadı, tiz vurun kellemizi! Nöbetçiler!?!

20 Mayıs 2011 Cuma

sosyal medya canavari

Abicim uzun bi sessizlikten sonra enerji patlamasi yasiyorum. Isimden o kadar nefret etmisim ki, ve dun izledigim (finally) lés misérables'da gecen bi konu olan 'hayati kabullenme' olayinin icine o kadar fena dalmistim ki, ne kadar derin bir komanin icine battigimin ben bile farkinda degildim.

Genelde bu gibi durumlarda insanlar kendi baslarina fark edemezler bu koma halini. Bana da oyle oldu. Yakin arkadaslarimdan biri artik 'titre ve kendine gel, kendine bunu yapamazsin, sen cok daha iyi seyler hak ediyorsun' pep talk'i yapti bana.. Uzerine de sevgili patronum her zamanki psikolojik baski dozunu bir nebze daha yukseltince, ben de "eeehhh.. ehtere beaa" kivaminda is aramaya basladim. Is arama surecimin 3. haftasinda mutlulukla belirtmek isterim ki, istedigim gibi, pamuk $eker kivaminda bir is bulmus bulunmaktayim. Insallah buradaki islerimi bitirir bitirmez basliyorum.. Ve simdi geriye bakip dusununce, bunu beni uyandiran arkadaslarim olmasaydi asla yapamazdim..

Tabi bunye bir uyandi pir uyandi.. Sokak cocugu kivaminda her aksam baska arkadaslarimla programlardayim, nerede event nerede aktivite en birinc katilimci mode on. 15 Mayis'ta tabi ki her akli basinda Turk genci gibi ben de İstiklal Caddesi'ndeydim.. Inanilmaz bir enerjiydi! Gencligin kesinlikle buna ihtiyaci vardi bunu gordum. (bir de domates gibi yandim gunesten eheh) Yetmedi sosyal mecralarda eksik oldugumuz taraflari gelistirdik.. Linkedin caktik hemen (yeni is, daha profesyonel profil ohomm) Bir twitter eksikti o da tamamlandi.. https://twitter.com/#!/aslify Uzerine bir de actiktan sonra hic sallamadigim foursquare account'umu canlandirirsam, bildigin sosyal medya canavari olmam kacinilmaz olacak.. nihohaa!

Walla o kadar uzun suredir negatif yuklendim ki, ne kadar $imarsam da kiyamiyorum kendime desem, inanir misiniz?