12 Şubat 2010 Cuma

Why so sad?

* Biiiiirrrrr... Gecen sene bu aralar Almanya'da Karneval'da cilgin kostumumle sarhos gezmekteydim.. Bir hafta boyunca deli eglendigim o haftayi geri istiyoruumm!! Bir suru arkadasim bu sene de orada cilgin atacaklar! Ben de facebook'a koyduklari resimlere yorum yapıciym.

* İkiiiiiii.. Bu haftasonu MBA tayfasinin bir kismi - ki allahtan kucuk bir kismi yoksa bir yerlerim siser patlardim walla - mezuniyet icin okula geri donuyorlar. Evet mba'den mezuniyet seremonimiz bu haftasonu. Ama sinifin yuzde yetmisi gibi ben de katilmiyorum. Soranlara "Master'da da mezuniyet toreni mi olurmus? Delikanli adam kep firlatmaz!" desem de icim cok buruk be Atam!

* Üçççç.. Ohm, o malum gunle hic alakasi yok. :) Yeri gelmisken belirtmek istiyorum efenim, bu 14 Subat gunlerinde yapilan Singles party'leri cidden desperate gorunuyor. Gitmeyin, kimseyi gondermeyin. Karizmanizi cizdirmeden oturun evinizde sapsaane.

To describe women, think of men and then take out reason & responsibility.


Evet bu bir urban legend degil, cidden var olan bir fenomen! Kadinlarin sevgili potansiyeli olan birini kesfettikleri zaman - hayir tanismalarina gerek yok, kesfetmeleri yeter - yaklasik uc saniye icerisinde kafalarinda o kisiyle kac cocuklari olacagini, nerede balayi yapacagini, evlenirken hangi model gelinlik giyecegini vs. adeta bir scrapbook kivaminda hayal etmesi olayina bitiyorum!

11 Şubat 2010 Perşembe

Noone can badmouth you as good as Google

Hey gidi teknoloci hey. Hayatimi kurtardin yareppim, sana nasil sukretsem azdir. Ne kadar sacma sapan da olsa, su isim google'lama hadisesi bize ciddi bilgiler vermektedir efenim. Insanlar coook cok aldatici imajlara sahip olabiliyorlar, etraflarindakilerden, is guclerinden, evinden, muhabbetinden vs. ogrenemedigin bir detayi en sevgili dostun Google bir guzel soyleyiveriyor sana. 2006'da tesadufen karsima cikan ve 2 kez basimdan savdigim, ve bu sene yine tesadufen karsima cikan "knight in shining armour" gorunumlu super cici kisilik'i hayatima dahil etsem mi acaba diye dusunurken, seytan durttu ismini google'ladim.

Soyle soyleyeyim, adam, 80'li 90'li yillarda Turkiye'nin belirli okullarinin onunde ava cikan, Bagdat Caddesi'ni, Bebegi falan mesken tutan, belirli bir standardin uzerindeki ailelerin guzel kizlari ve yakisikli ogullarinin pesinde olan o malum grubun azili uyelerinden biri cikti. Ucarak mi kosarak mi uzaklastim bilemedim! Adam hakkinda cikan haberleri okudukca, monitorun karsisinda dondum kaldim. Basimdan cidden kaynar sular bosandi. Zamaninda 2 kere basimdan savarak ne buyuk bir cehennemden kurtulmusum onu anladim. Allah cidden koruyor, kolluyor iste insani demek ki. Bir yerden acigini gosteriyor adamlarin. Aman deyim sayin seyirciler, fazla iyi gorunen insanlardan korkun ve mutlaka haklarinda arastirma yapin. Etraflarindan edinemeyeceginiz bilgilere Google'dan ulasabilirsiniz.


9 Şubat 2010 Salı

Hi. It's me!






Ya, demin anasayfadaki resmime baktigimda soyle bir sey algiladim. Ben aslinda bu degilim ya!

C'est ca ma vie. C'est rien.


Diye bir cumle sarfeder sevdicegim bitanem Guillaume Canet, "Ensemble, C'est Tout" adli filminde.. Ne de cicidir, super romantik sefil erkektir. Gerzek kadinlar onu anlamamaktadir..
"İste hayatim bu.. Hicbir sey!" der Guillaume, izleyenler de bir insanin kendi hayati icin boyle bir cumle sarfetmesinin ne kadar aci olabilecegini dusunur o an. Boyle girmek istedim konuya ama aslinda haberler super!
Abicim bosanmis anne babasi tekrardan barisan cocuklar gibi sen hissediyorum kendimi. Jeux D'enfants'in muhtesem ruya cifti Marion Cotillard'la Guillaume Canet beraberler. Yuppi! O gerzek Diane Kruger'la da alakasini kesmesine cok sevindim yevrumun. Ne yazik ki baska bir cancis olan Joshua Jackson'un basina kaldi pis hatun ama olsun. Elde var bir perfect couple!

Darth Maul diye diye nicesine sarildim..






Yigidim! Hakki yenmis Star Wars karakteri! Hani evlenecektik? Beni buralardan kurtarip, evinin kadini, cocuklarinin anasi yapacaktin? Niye? Niyeeaaa?


3 Şubat 2010 Çarşamba

The Host

Karşılaştırmalı edebiyat bölümü mezunu olmanın en boktan taraflarından biri, üniversite hayatınız boyunca Antik Yunan'dan bugüne her genre'da, istemediğiniz kadar edebi klasiğin beyninizden içeri boşaltılması ve bu konuda hiç bir şey yapamayacak oluşunuzdur. Dahası, "modern self as a philosophical problem" gibi güzide felsefe dersleriniz falan da olur. Mitoloji, sanat tarihi, eleştiri, çeviri, sosyoloji ve psikoloji'nin yanında böyle tadından yenmez.
Zaten sınıfınız da bir freaks & geeks oyun alanıdır. Dünyanın en normal, en düz insanlarının oluşturduğu İşletme öğrencileri güruhuna falan böyle uzaktan özlemle bakarsınız. Normalliğiniz, sınıf kapısından içeri girdiğiniz anda garip gelmeye başlar içeridekilere çünkü. Her dersten yarım saat önce gelip bir ritüel ciddiyetinde sandalyelerin sırasını bir de ayaklarını yerde sürüyerek değiştiren nerd'le mi konuşayım, yoksa sakinleşmek için bach'tan başka müzik dinleyemeyen ve sakız çiğnendiğinde panik atak geçiren, her göz göze geldiğinizde "sakız mı çiğniyorsun yoksa?" diye soran hatunla mı kanka olayım sorunsalı içerisinde kaybolur gidersiniz. Aynı hafta içerisinde Kafka'nın "metamorfoz"unu takiben Camus'nun "yabanci"sini okumak zorunda kaldiktan sonra bu muthiş uclemeyi Dostoyevski'nin "yeraltindan notlar"iyla bitirmeye zorlayan profesorler, kitapların etkisinde intihara meyilli depresyon hırkasına bürünmüş sararmış halinize bir antidot önerememektedirler. Neyse böyle böyle bir süre okumayacağım allahım kitapları benden uzak tut naralarıyla mezun olduktan sonra ister istemez her okuduğunuz şeye eleştirel yaklaşırsınız. Ama gün gelir ki bir de çerezlik tabir edilen, edebi hatta kurgusal hiç bir değeri olmayan ama bir şekilde okumaktan keyif aldığınız kitaplar çıkar karşınıza. "The Host" bunlardan biri işte. Stephenie Meyer'in yazım kabiliyetini Twilight serisinden biliyoruz zaten. Beklentiler minimumda. Yine bir mormon güzellemesi yapmış ablamız. Yüz bin yaşına gelip bakir kalan insanlar, acayip rigid ahlak kuralları, soulmate kisvesi altında dayatılan çok eşlilik falan filan. Ama bir şekilde çekti beni kendine bu kitap. Filmi de çekiliyormuş şu anda. Yazar başroldeki Wanda'yi Hilary Swank oynasin istemiş ama bence Fringe'deki Olivia Dunham'i oynayan hatun cuk oturur. Böyle dondurma gibi, doyurmayan ama hizlica bitirebileceginiz, işin sonunda "ne yedim ki ben şimdi ama bak keyfim de yerine geldi" hissiyati yaratabilecek bir kitap. Böyle efenim.

Bir insanın Türkleştiğini ne zaman anlarsiniz?

Ukraynali olan gelinimizin, kayinpederini kahvaltiya " Haydi Erol haydi Erol haydiiiieeee, tam zamani, tam zamani simdieeee!!!" diye tezahuratla cagirdigi zaman. Oeh!!