"Ekmek yoksa pasta yesinler" belki de Marie Antoinette deyince akla ilk gelen sözdür. Gerçekten onun soylemiş olduğu net olarak kanıtlanmamış olsa da, üzerine yapışan bu "halkını anlayamayan zengin züppe" imajını en iyi şekilde o temsil etmiştir yıllar boyunca. Buraya kadar iyi hoş, ama ben Marie Antoinette'in reenkarne etmiş hali icin çalışıyor olduğumu daha bugün öğrendim.
Her zamanki gibi sıkıcı bir Pazartesi toplantısı sonundayız, bütün ofis gergin.. Belli ki bir şeyler istenecek.. (yeniçerilerin kazan kaldırma havası hakim..) Ve sonunda çalışanlardan biri bana bir post-it kağıdı uzatıyor, HR olarak çalışanların bir isteği olduğu bilgisini patrona geçmek benden isteniyor.. Ben girizgahı yaptıktan sonra başlıyorlar.. "İstanbul'un en pahalı semtlerinden birinde çalışıyoruz, yemek yiyebileceğimiz mekanlar bizim kontrolümüzde değil, 3 sene önceki fiyatlar üzerinden kıvranıyoruz, yemek ücretine zam istiyoruz.." Patron hemen ağlama turlarına başlıyor.. Yok şirket karlı değil, yok para kazanınca arttırırız, ıvır zıvır.. Bir ara "hak ve ayrıcalığı birbirine karıştırmayın" diyecek oluyor ki, bu sefer ben HR olarak araya girip "yemek çalışanların en temel hakkıdır" diye susturuyorum. Derken bir çalışan "her gün fast food yemekten içim kurudu, bu paraya adam gibi yemek yiyemiyoruz!" deyince patrondan yılın gafı geliyor: "Yemek yiyemiyorsanız salata yiyin!!" Değil mi ya!! Biz bunu nasıl düşünemedik? Hem yaz da geldi, fast food yiye yiye bel çevremizde oluşan simitleri de eritiriz belki böylece. Düşünsenize, bir taşla iki kuş! Spor salonuna gitmeden, kilo vermemize yardımcı oluyor adam! İşte hep bu çalışanların fesatlığı, ben bilmiyor muyum sevgili patronumun ne kadar yürekten sevdiğini(!) bizi? Şimdi Fransız kökeninden gelmediğimiz için kendisine kralım diye hitap edemeyeceğim, ama affedin hünkarım diyorum, özürümü bağışlayın. Olmadı, tiz vurun kellemizi! Nöbetçiler!?!
Her zamanki gibi sıkıcı bir Pazartesi toplantısı sonundayız, bütün ofis gergin.. Belli ki bir şeyler istenecek.. (yeniçerilerin kazan kaldırma havası hakim..) Ve sonunda çalışanlardan biri bana bir post-it kağıdı uzatıyor, HR olarak çalışanların bir isteği olduğu bilgisini patrona geçmek benden isteniyor.. Ben girizgahı yaptıktan sonra başlıyorlar.. "İstanbul'un en pahalı semtlerinden birinde çalışıyoruz, yemek yiyebileceğimiz mekanlar bizim kontrolümüzde değil, 3 sene önceki fiyatlar üzerinden kıvranıyoruz, yemek ücretine zam istiyoruz.." Patron hemen ağlama turlarına başlıyor.. Yok şirket karlı değil, yok para kazanınca arttırırız, ıvır zıvır.. Bir ara "hak ve ayrıcalığı birbirine karıştırmayın" diyecek oluyor ki, bu sefer ben HR olarak araya girip "yemek çalışanların en temel hakkıdır" diye susturuyorum. Derken bir çalışan "her gün fast food yemekten içim kurudu, bu paraya adam gibi yemek yiyemiyoruz!" deyince patrondan yılın gafı geliyor: "Yemek yiyemiyorsanız salata yiyin!!" Değil mi ya!! Biz bunu nasıl düşünemedik? Hem yaz da geldi, fast food yiye yiye bel çevremizde oluşan simitleri de eritiriz belki böylece. Düşünsenize, bir taşla iki kuş! Spor salonuna gitmeden, kilo vermemize yardımcı oluyor adam! İşte hep bu çalışanların fesatlığı, ben bilmiyor muyum sevgili patronumun ne kadar yürekten sevdiğini(!) bizi? Şimdi Fransız kökeninden gelmediğimiz için kendisine kralım diye hitap edemeyeceğim, ama affedin hünkarım diyorum, özürümü bağışlayın. Olmadı, tiz vurun kellemizi! Nöbetçiler!?!